BİR DALA TUTUNMANIN ÖYKÜSÜ
I Rüzgarlar suluyor yine avuçlarımın senden kalan kırıntılarını. Gözyaşlarım umudunu yitiren şafa uykusuna bürünüyor şimdi. Ve uzanıp-ayağı kırık-ranzaya tavana çizdiğim gözlerini düşlemek, seni koğuşumun kaktüslerine ezberletmek ve kaldırımları çatlayan susuz sokakların adını sana ağlattırmak her şeyin sanki başka bir yarısı,gerçeği...
Uyanırken uykumdan avludaki duvarlar seni konuşuyor ve penceremden içeriye dalan sonbahar kelebeği, parmakuçlarımda üşüyor. Sonra gözlerimin seyrine dalan mavi bir bulut takvim sayfalarına karışıyor. Koparıyorum ki o sayfayı gözlerimin önüne düşen imkansız bir hayal:sen!..
Zaman 80'lerinen essiz yollarına sokulan acı gibi seriliyor üstüme apansız. Tenim ve tırnaklarım hep başka bir düş kirini kazıyor gözlerimden. Parmaklıklar suları sızdırıyor sözcüklerimin kan damlayan satırlarına. Her günün kızıl güneşine inat akşamlarım hep koynumda duruyor. Sanki bir çocuk gibi yağmurun gürlemesi korkutuyor onu. Sarılıyor bana sımsıkı kendi babasını sarar gibi, kendi annesini koklar gibi. Sen geliyorsun sonra yine aklıma: ''Acaba şu an hangi nehir yatağında gizli günahlarını salıveriyor acılara. Acaba hangi evde, kimin aşına ortak oluyor iki kız çocuğuyla utanarak. Kimin güneşine kendi hıçkırık şiirini, kendi hasretini öğretiyor!!!'' Aslında aniden ve daha çok kimsesiz düşünceler benimkisi. Kimi zaman avlunun ortasında kurulan idam sehpası seni bana ancak özletiyor. Vefasız mıyım yoksa daha çok kendi içinde yalanı oynayan bahtiyar mıyım bilemiyorum. Belki de o idamın korkusu veyahut ölümün yakamdan yakalayışıdır seni son kez gönlüme koyan.
Belki de yıllar geçer ve seni görmekte olduğum düş'teyken tutup kolumdan yarım asrı devirmiş, yaşım kırkına varmış gibi apar topar-botlarımın bağcıklarını dahi daha düğümlememişken ve sana yazdığım son destanım daha bitmemişken- asmaya götürürler beni hükümsüz yargısız... Sorarlar sonra: ''Son dileğin nedir?''diye. ''imam istemem derim''önce ve sana birkaç satırlık bir mektup yazmak isterim son kez -adı yaşam olan- yüreğimden dökülerek. Belki de utanırım güz mevsiminin gelişinden. Bana gül rengi uçurumlarını sunarken ellerin, sus-pus olurum konuşamam. Kim bilir belki de dilsiz olurum da ağlasamda,haykırsamda duyuramam sesimi avluda dolaşan bizim-mecari-kara kediye.
II Seyredalıyorum şimdi. Koparmaya çalışıyorum yıldızlardan, avuçlamaya kalkışıyorum karanlıklardan. Bu gece gözlerin, mehtaba kartal bakışı atan firari yabancı gibi teslim alıyor ruhumu. Dudaklarım kabuk bağlamış, martılar konamıyor acıdan üstüne. Masamdan kalkıpta pencerelerden dışarıya bakmak uçurumun ufkuna kadar sürüyor beni. Fidansız, zamansız, yaşamsız,sessiz bir can oluyorum akşam vakitlerinde. Kıvrılıp uyuyorum sokak kaldırımlarında -üşüyerek,titreyerek-ölür gibi. Sevgiyi,aşkı rüyamda görmeyi umuyorum, bulamıyorum. ''Herkesin uykuya daldığı bir vakitte söküpte zincirleri, avlunun en ıslak köşesine idam sehpasını kurduruyorum karanlık adına. Sonra dolunayın çığlıkları içinde -gözümü bile kırpmadan- kendimi asıyorum çırılçıplak ibret-i alem için.''
III Şimdi sende benden uzakta kanat yüreğini. Dağılsın zehirli umutların arka sokak yalnızlığına. Bir gün döneceğimi umacaksın ve vurduracağımı sanacaksın boynumu. Biliyorum kendi kaş ile göz aramdan dahi kuş kıyımcılarına esir düşsem, affetmek senin için olmayacak belki ama bedenim zindan morgundaki soğuktan daha çok senin gözyaşı kırbaçlarına dayanmayı umacak.
Şimdi sen yavaş yavaş kapat yüreğini ışıklı bir sabahın aydınlığına. Seninle bu uğurda verdiğimiz onca hayal şehidi, bir dala tutunmanın veyahut ölmenin en zıt öyküsü artık. ''Çünkü ölmek su gibi gerektir bana. Oysa yaşamak ise nefes gibi ihtiyaçtır benden sana ve o iki minik kızımıza.''
GÖKHAN ÇAKMAZ
Şehir: izmir
Doğum Tarihi:: 28.04.1989
|